KASAM, İbrahim Cevahir Sosyal Tesisleri’nde yaptığı Türkiye’nin Libya’da Ne İşi Var? konulu panelini raporlaştırdı.
Sunuş
Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesi, ülkede ve dünyada çeşitli platformlarda tartışılıyor.
Türkiye’nin tarihsel sorumluluğuna, siyasi ve ekonomik ilişkilerine atıfla bu politikayı destekleyenler olduğu gibi, bu politikanın Türkiye’yi kendisiyle ilgili olmayan çatışmaların içine çekeceğini söyleyerek karşı çıkanlar da var.
Bu iki yaklaşımdan hangisi doğru olduğuna karar vermek, öncelikle konunun çeşitli boyutlarıyla ele alınmasını gerekli kılıyor. Bu bağlamda, siyasi tarafgirliklerin ötesine geçerek, tarihi, siyasi, ekonomik ve güvenliğe ilişkin boyutlarıyla bir bütün olarak ele alan çalışmalar önem kazanıyor.
KASAM’ın ev sahipliğinde 18 Ocak 2020’de “Türkiye’nin Libya’da Ne İşi Var? Zaruretler, Tehditler ve Fırsatlar” konulu panel, tam da böyle bir anlama çabasının ürünü olarak ortaya çıktı. Panelde dile getirilen fikirlere, analiz ve değerlendirmelere yer veren bu raporun, konunun çeşitli boyutlarıyla makul bir biçimde tartışılabilmesi çabalarına katkı yapmasını ve siyasa yapıcılara ışık tutmasını umarız.
Programın açılış konuşmasını Karadeniz Vakfı ve KASAM Başkanı Yusuf Cevahir yaptı. KASAM Genel Koordinatörü ve FSM Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Zekeriya Kurşun’un moderatörlüğünde başlayan panel oturumu Libya’nın Ankara Büyükelçisi Abdurrezak Muhtar, DEİK Türkiye – Libya Ekonomik İş Konseyi Başkanı Ersin Takla ve İbn Haldun Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Vehbi Baysan’ın konuşmalarıyla devam etti. İş insanları, yazarlar, akademisyenler ve Türk müteahhitlerin Libya’da yükselmesine katkı sağlayan Libya’nın eski başbakanı Muhammed el-Manguş’un oğlu Hişam El Manguş’un da aralında bulunduğu katılımcılar, konuşmaların ardından soru ve yorumlarıyla panele katkıda bulundular.
Bugünkü Türkiye-Libya İşbirliği Hangi Temellere Dayanıyor?
Tarihi Temeller: Bir ittifakın uzun vadeli gerekleri
Panelist ve katılımcılar, Türkiye’nin Libya’daki varlığının ne anlam ifade ettiğine ilişkin olarak, öncelikle bu ilişkinin uzun ve köklü bir tarihsel arka plana dayandığını vurguladılar.
Tarihsel olarak Libya, Cezayir ve Katar gibi ülkelerin Osmanlılar tarafından ele geçirilmediğini, aksine bu ülke halklarının talebi üzerine oralara gittiklerini, 1510’larda İspanyolların Kuzey Afrika halkına zulmettikleri günlerde bölgenin mühim bir ticaret merkezi olan Trablusgarp halkının Osmanlı’ya müracaat ederek yardım talep ettiğini dile getiren Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, Türkiye-Libya ilişkilerinin de Sultan Selim döneminde İstanbul’a gelen bu talebin değerlendirmesiyle başladığını şöyle ifade etti: “Osmanlılar (Kanuni) Sultan Süleyman zamanında değerlendirip bölgeyi kurtarmışlardı. Dolayısıyla Libya, Türkiye’yi tarihte ilk defa 16. yüzyılda davet etmişti. Bu davetten sonra Libya’da ortak idare üzerinden Türklerle Libyalılar arasında dostluklar ve akrabalıklar başlamıştır ve kısa süre önce Sayın Cumhurbaşkanı’nın ‘Libya’da Türkler var’ sözüyle bu tarihi münasebetler kastedilmiştir. Nitekim Libya’nın mühim unsurlarından Kuloğulları Türk asıllıdır. Osmanlı askeri gittiği her yerde yeri halkla bütünleşip akrabalık tesis etmezdi. Ancak bunun Libya’da var olması orada Türk varlığının yerli halktan destek görmesiyle oluşmuştu. Dolayısıyla bu tarihi altyapı bugün bir kez daha Türkiye ile Libya halkları arasında dayanışmayı mecburi kılmaktadır.”
Benzer bir tarihsel arkaplan çerçevesi çizen Libya’nın Türkiye eski büyükelçisi Abdurrezzak Muhtar da, Abbasi devri bittikten sonra, Akdeniz’de 16. yüzyılda yeni bir dönüşüm başladığını, Akdeniz’deki güçlerin siyasi, ekonomik ve politik açıdan değiştiğini ve Kuzey Afrika’ya Osmanlıların girişiyle İspanyol egemenliği son bulduğunu vurguladı. Böylece, bölgedeki İspanyol hükümranlığının yıkıldığını ve Osmanlı desteğiyle “İslam bayrağı”nın ortaya çıktığını ifade eden Muhtar, “Böylece Batı’nın olumsuz girişimlerine karşı Osmanlılar orada dimdik durdular” yorumunu yaptı.
“Libya meselesi geçmişten bugüne bir devlet meselesidir”“1978’de Libya’dan gelen sivil heyetleri bile İstanbul Valiliği özel karşılıyordu. Türk – Libya Dostluk Derneği ile gelen heyetler oluyordu. Yani, Libya meselesi sadece bir siyaset meselesi değil, Libya meselesi geçmişten bugüne bir devlet meselesidir.Libya konusunda ihmalkâr davranmak bir suçtur. Herhangi bir şekilde işi siyasetin bir parçası haline getirmek Türk devletine karşı işlenmiş bir suçtur. Libya meselesi siyasetin bir arayışı olamaz.”Zekeriya Kurşun |
Osmanlı Hükumeti oraya gittiğinde eğitimde ıslah ve kanun bazında adaleti sağladığını, ancak bir süre sonra gelen Batılıların buna son verdiklerini ifade eden Muhtar, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Osmanlı İmparatorluğu’nun her zaman kanun devleti olmuştur ve orada numune olmuştur. Yani devlet ile halk arasında ilişkileri düzenlemiştir. Böylece 400 yıl boyunca adaletli hükümranlık devam etmiştir. Osmanlılar bunu din, dil, ırk gözetmeksizin yapmıştır. 400 yıl boyunca Osmanlı hükümdarı hiçbir zaman Libya sınırlarının başkasının eline geçmesine de müsaade etmemiştir, böldürmemiştir, her zaman Libya sınırlarını korumuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun Libya’da yaptırdığı bazı mektepler, medreseler, hükümet binaları, kaleler orada hala dimdik durmaktadır.
Bu antlaşmalar sayesinde birçok gencimiz Türkiye’ye gönderilmiş ve burada burs alarak okumuşlardır. Belli bir dönem sonra bu insanlar Libya’nın kalkınmasına katkıda bulunmuşlardır.”
ET: “Okul çağında talebeyken Trablus’ta askeri kıyafetli Atatürk’ün resmi hep gözümüzün önüne gelirdi. Ama Libyalı askerlerin Çanakkale Muharebesi’nde çarpıştıkları, hatta İstiklal madalyalı Libyalı subaylar olduğu, son Padişah Vahdettin Eyüp Sultan’da ananevi olarak kılıç kuşanırken kılıcı kuşatma şerefini Şeyh İdris Sünusi’ye verdiği çok bilinmeyen vakalardır. Libya ile münasebetimiz böyle eskilere dayanıyor.
1952’de Libya bağımsızlığını kazandıktan sonra ve Birleşmiş Milletler’e üye olduktan sonra Libya’dan Türkiye’ye ilk resmi ziyaret, 1956 senesinde, o zamanki Kral-Emir Şeyh İdris Sünusi’nin İstanbul ziyaretiyle başladı. Bununla alakalı tarihi bir davetiye elimde vardı. Bir tanesini Sayın Büyükelçi’ye takdim ettim, bir tane de Yusuf Cevahir’e vereceğim. 1958 senesinde Celal Bayar da Savarona Yatı ile Libya’ya gitmiş, Tripoli’yi (Trablus’u) ziyaret etmişti.
1969’daki darbeyle Kaddafi dönemi başladı ve bu defa Türkiye ile Libya arasında ekonomik ilişkiler öne çıkmaya başladı. 1972 senesinde ihalesi açılan Trablus Limanı’na Sezai Türkeş ve Veysel Kaya, benim hem hocalarım hem de patronlarım idiler, onların hayaliyle biz bu ihaleye teklif hazırladık. Bu işin ortaya çıkması bir vizyon meselesiydi. 26 Aralık 1972’de mukavele imzasına davet edildik ve daha önce enternasyonel bir tecrübesi olmayan bir avuç Türk mühendisi olarak Tripoli Liman inşaatına başladık. 1974’te Kıbrıs meselesinde ambargo yiyince uçaklarımızın yedek lastiği ve parçaları olmadığından dolayı Libya’da bir teşebbüste bulunuldu. Libya, Türk havayolları üzerinden Türkiye’ye ihtiyacı olan parçaları göndermeye başladı. Bunu bizzat gördüm. Libya’nın bu yardımı unutulacak bir yardım değildir. 1979’da Libya’ya giderken bu kez yanımda Enerji Bakanı Deniz Baykal vardı. O gün alınan uçak parçalarının ödemesini yapmak üzere elinde bir çekle gelmişti. 1979’da o borcumuzu kapatmış olduk.
“Sadece Türkiye her zaman bizim yanımızda yer aldı”Türkiyeliler, Libyalılara sınırlarını ve kucaklarını açmıştır. İtalya, Libya’ya saldırdığında binlerce Libyalı Türkiye’ye iltica etmiştir ve Türkiye onlara kucak artmıştır. Fransa, Britanya, İtalya bunlar hepsi devletimize saldırarak, halklarımızı sömürüp müstemleke etmeye çalışmıştır.Sadece Türkiye her zaman bizim yanımızda yer almıştır. 1951’de bağımsızlığa kavuştuğumuzda Türkiye Hükümeti hemen bir heyet göndermiştir. Bu heyet, Cumhurbaşkanını ve TürkHükümetini temsilen Libya’ya gitmişler ve Derne’de resmi bir merasimle ağırlanmışlardır. İki devletin yetkilileri bir araya geldikten sonra Türkiye’den Libya’ya hem ekonomik hem askeri destek sağlanmıştır. 1954’te Türkiye ile bütün alanlarda işbirliği yapmak için bir anlaşma sağlanmıştır.Abdurrezzak Muhtar |
Jeopolitik ortaklık
VB: Bugün Doğu Akdeniz’deki gelişmelerde yer tutamayanlar bölgenin gelecek elli senelik
döneminde devre dışı kalacaklardır. Bu mesele gelecek nesilleri de etkileyecektir. Libya’ya giden Türk askeri de askeri danışmanlık, yönlendirme ve İHA’ların kullanılmasında yardımcı olacaklar, ön cephede yer almayacaklardır. Bu açıdan askerimizin Libya’ya gitmesinden endişelenmeye gerek yoktur. Akdeniz’in ticari yer olarak güvenliğini Osmanlı İmparatorluğu sağlamıştır. Dolayısıyla 380 sene güvenliğini ağladığımız bir bölgenin şu an yeniden hidrokarbon açısından ticari olarak değer kazandığı bir ortamda Türkiye’nin burada yer alması tabiidir ve desteklenmelidir.
ZK: Türkiye, Doğu – Batı ve Kuzey – Güney ekseninde merkezi bir ülkedir. Böyle bir jeopolitik ortamında Türkiye sadece Anadolu sınırları içine hapsolarak varlık gösteremez. Aksi halde bölgesindeki kendi varlığını inkâr etmiş olur. Türkiye’nin jeopolitiği Akdeniz’de söz sahibi olmayı ve Libya gibi ülkelerle dostluğu gerektirmektedir. Dolayısıyla Türkiye, Libya ile siyasi, askeri ve iktisadi ilişkileri canlı tutmak mecburiyetindedir.
Libya, Türkiye ile Yunanistan arasındaki çekişmelerde her zaman Türkiye’nin yanında olmuştur. 1972’den 2010’a kadar her zaman Türk firmaları inşaat ve müteahhitlik işlerinde Libya’da çalışmalarını sürdürmüşler ve bizden gereken desteği görmüşlerdir.
Sizlerin de bildiğiniz gibi Türkiye Müslüman bir ülke, stratejik ve güçlü bir devlet. Askeri açıdan ilişkilerimizi tekrar canlandırarak sürdürmemiz lazım. Çünkü bunlar sadece bizler için değil bütün Müslümanlar için mühimdir. Bizim aramızda bizi birleştirecek çok ortak nokta vardır. İki tarafın güçlü iletişiminin devamı için bizim tabii sebeplerimiz vardır. İki devletin doğal kaynakları ve zenginliklerini bu maksada hizmet etmek için seferber etmek lazım.
“Hafter güçleri Tripoli’ye el koyduğda ilk yapacakları iş, 1.8 milyar dolarlık teminat mektubunun derhal nakde çevrilmesini istemek olurdu”Bugünkü mevcut politikamızın önemi için şunları söylemek istiyorum: Şayet bugün Hafter güçlerinin Tripoli’ye el koyduğunu düşünecek olursak ilk yapacakları işin bu 1.8 milyar dolarlık teminat mektubunun derhal nakde tabi edilmesini isteyeceklerini biliyoruz. İçinde bulunduğumuz durumda bir tarafta ödenmesi gereken 1.5 milyar dolarlık fatura toplamı varken, 4.5 milyar dolara varan bir faturalanacak yapılmış iş miktarı varken, 1.8 milyar dolarlık bir paranın ödenmesi riskiyle karşı karşıya kalmamız an meselesi olabilir. Uluslararası arenada tanınmış Libya hükümetimize desteğimiz sürmemiş olsaydı bu senaryoyla karşılaşacaktık.”Ersin Takla |
VB: Doğu Akdeniz’de İsrail’in merkezde olduğu antlaşmalar ve gelişmelerin pek çok farklı noktası olmuştur ancak sadece bir ortak noktası ortaya çıkmıştır. O da bölgede uzun bir sahili bulunan Türkiye’yi bu antlaşmaların dışında tutmak olmuştur. Dolayısıyla Türkiye açısından bu sürece dahil olmak siyaset üstü bir devlet meselesi olarak görülmelidir.
Köklü ekonomik ilişkiler
AM: 2012’den bugüne kadar yaklaşık elli bin resmi ziyaret yapılmıştır. Eski ve yeni hükümetler arasında gerçekten elli bin resmi ziyaret gerçekleştirdik. Ve biz istiyoruz ki Libya’da sözleşmesi olan ve 16 milyar dolardan daha fazla değeri olan şirketler için biz tekrar kapılarımızı açalım. Maalesef Libya’daki olaylar bunu engelliyor. İnşallah Libya’daki bu hükümet, Türk şirketlerinin oradaki haklarını tekrar elde etmeleri için yardımcı olacaktır ve inşallah bu şirketler tekrar geri dönecektir.
ET: 1984’te 200 bin işçi Libya’da faal idi. 1985’e geldiğimizde 8.5 milyar dolarlık bir taahhüt gerçekleşmişti. Bu noktaya gelmemizde Muhammed el-Manguş ve O’nun yakın arkadaşlarının büyük desteği olmuştur. Müşterek tarih, insanların birbirine yaklaşımına etki etmiştir. Benim de 47 senedir aralıksız Libya ile münasebetimin devam etmesi göstermiştir ki olay sadece işbirliği değil aynı zamanda gönül dostluğuyla alakalıdır. İbrahim (Cevahir) Ağabeyimin söylediği gibi gerçekten kapısını vurunca yüz yerde kalmanız mümkün ve Libyalı size güvenirse senet veya teminat mektubuna gerek kalmadan istediğiniz desteği size verir.
Hiçbir Türk müteahhidi Libya’ya para götürmemiştir. Bu, son derece önemli bir husustur. Malum, müteahhitlik aslında işverenin parasıyla yapılan bir iştir, yatırımcılık başka bir şeydir. Biz oraya müteahhit olarak gittik ve Libya bize müteahhitliğin gerekli şartlarını sağlayarak bizim müteahhit olmamızı sağladı. Biz, müteahhitliği orada öğrendik. Orada öğrendiğimiz müteahhitliği sonra Suudi Arabistan’da, Orta Asya’da ve Azerbaycan’da vesair ülkelerde devam ettirdik.
Krizler de oldu. 1985 senesindeki malum petrol krizi sebebiyle yapmış olduğumuz petrol antlaşmasının işlememesi sonucunda bir takım arkadaşlarımız bazı sıkıntılara uğradılar. Bugün hala gündemde olan teminat mektupları probleminin çözülmemiş olmasının kökünde yatan sebep odur. Fakat bu belki yanlış uygulama veya belki ileriyi görmeme gibi sabit fiyatlarla yaptığımız bu antlaşmalarla değil değişken fiyatlı petrolle karşılamayı yani bir nevi risk dengelemeyi becerememiş olmamızdan kaynaklanmıştır. Bunun bence kökünde yatan sebep budur.
“Doğduğumuz ve doyduğumuz yerdir Libya. İnşaat sektörü olarak bizler Libya’da doğduk”“Libya’dan Suudi Arabistan, Körfez ve diğer ülkelere yayıldık. Libya bize gönül kapılarını açtı. İmkanlarını sonuna kadar kullandık. Kıbrıs Harbi’nde silah depolarını bize açan ülke oldu. Söz konusu büyük projelerde yeterlilik için iş bitirme belgesi yerine – ki o zaman bitirilmiş işimiz hiç yoktu,- Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanlığından bir referans yazısıyla bize yeterlilik verdiler. Körfez ülkelerinde de bizim referansımız Libyalı bakanlar idi.Yusuf Cevahir |
2000 yılına geldiğimizde 8.5 milyar dolarlık bir iş potansiyeli oluşturulmuştu. Libya’nın 1992’deki meşhur Lockerbie olayı sonunda kendisine uygulanan ambargodan çıkıp 2000 senesine geldiğinde imzalanan mukavele bedelinin, yani son beş senede imzalanan mukavele bedelinin, 2005 ile 2011 arasında 16.5 milyar dolar olduğunu söylersem, 1973’ten 2000’e kadar geçen 27 senedeki bedelin iki misli kadar bir mukavele potansiyelinin ortaya çıktığını görürüz ki bu müthiş bir iş potansiyelidir. Bugün itibariyle, yani 2014 senesindeki kriz başlayıp bugüne geldiğimizdeki durum, bizim Libya’daki profilimiz, özetle şudur: 2015 tarihli değerlendirmelere göre, DEİK müteahhitler birliğinin müşterek yaptığı değerlendirme sonucunda 131 tane şirketin 359 tane projeye imza attığı, kısmen bitirdiği, tamamen bitirdiği bir potansiyel olduğu, burada 18 milyar dolarlık bir portföyün olduğu, 1.5 milyar dolarlık ödenmeye hazır olan bir alacağın bulunduğunu, 4.5 milyar dolara yakın yapılmış fakat faturalanmamış bir iş potansiyelinin olduğu, 1 milyar dolar civarında da makine ve ekipmanın zarara uğradığı belirlenmiştir. Libya bankalarının elinde 1.8 milyar dolarlık da teminat mektubu mevcuttur.
Demokratik dayanışma ve İnsani gerekçeler
ZK Türkiye ile Libya arasında Akdeniz’de kabul edilen Münhasır Alan’daki sınırdaşlık, iki ülkeyi komşu yaparak Libya’daki insani meselelerde Türkiye’ye mesuliyet yüklemiştir. Bu üçüncü noktanın hiçbir kaidesi yoktur. Bu noktada sadece insanlık vardır. Uluslararası Hukuk veya bazı ikili antlaşmalar bu insani dayanışmayı devre dışı bırakmak için sebep teşkil edemez. Çünkü Libya’da insani bir vaziyet vardır ve Türkiye insanlık adına Libya’ya yardım etmek zorundadır. Türkiye, ilk iki noktadan bağımsız olarak bu üçüncü noktada insanlığını gösterip adım atmak zorundadır.
H. Hafter’in Türkiye’ye karşı Yunanistan ile yakınlaşma çabasıyla gerçekleştirdiği Yunanistan ziyaretine de tarihi açıdan bakacak olursak, 1897’de Yunanlıların Girit’te Müslümanları katletmesi sonucu adayı terk eden mültecilerin Anadolu ve Libya’ya gittiklerini, bugün Libya’da Giritliler ve Sakızlılar gibi o dönemin bakiyesi topluluklar olduğunu hatırlamak gerekir.
“Libya’daki Mutabakat Hükümeti, kendi başına ortaya çıkmış bir hükümet olmayıp BM’nin uzun çabaları sonucu oluşturulmuş bir hükümettir”Ancak bu hükümet de Doğu Akdeniz’deki antlaşmaların dışında tutulmaktaydı. Hafter, önce Libyalı hükümetle masaya oturacağını söyleyip sonradan saldırıya başlayarak Mutabakat Hükümeti’ni ortadan kaldırma yolunu tercih etmiştir. Yani Hafter Libya’nın geleceğinde tek adam olmaya çalışmaktadır. Türkiye ise uluslararası kaidelere son derece uygun bir şekilde Mutabakat Hükümeti ile anlaşarak bu hükümeti destekleyeceğini açıklamıştır. Türkiye’nin böyle bir antlaşmaya taraf olarak bazı çevreleri rahatsız ettiği görülmüştür.Vehbi Baysan |